Catégories : Tous

par saliha altay Il y a 3 années

405

Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri

Ataol Behramoğlu'nun şiirinde, kardeşinin hapiste çektiği acılar ve yaşadığı zorluklar anlatılmaktadır. Şair, kardeşinin maruz kaldığı şiddeti ve adaletsizlikleri dile getirirken, toplumun genelinde yaşanan benzer acılara da vurgu yapar.

Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri

Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri

Conflict is present everywhere in the world around us. We experience conflict on a daily basis, and it can be minor or major.

Conflict in a story is a struggle between opposing forces. Characters must act to confront those forces and there is where conflict is born. If there is nothing to overcome, there is no story. Conflict in a story creates and drives the plot forward.

1980 Sonrası Türk Şiiri

Ahmet Erhan
Murathan Mungan

KUZEYDEKİ PENCERE

kokladığın gülün kokusu kalmış sende

baktığın denizin tuzu

geçtiğin iklimlerin masalı sinmiş üstüne

kuzeydeki pencere açık

göçebe bin bir gece


sözcükler sökülmüş bir anıyı

ne kadar tamamlayabilirse

bir andır eski defterlerin

güneşinden vurur yüzüne

yazsam olmaz dersin

kimi zaman sırf bunun için

yazmaya değerse de

kuzeydeki pencereyi açarken

yere düşen defterden görünür:

eksik kule, yırtık nehir

sımsıkı kapatmış olsak da

bizi ürperten anıları hayatımızın

eski defter ya da kuzeydeki pencere

Murathan Mungan

Adnan Özer
Sunay Akın
Küçük İskender
Şükrü Erbaş

Uçurum

Yeni yeni anlıyorum

Yaşarken ölümünü düşünüp de

Ağlayan annem…

 

Seni sevincin hanesinden

Düşüren dünya

Başladı beni de bir kenara atmaya.

 

Işık çekiliyor yalım yalım

Sular değiştirdi yatağını

Yeni dallar buldu rüzgâr kendine.

 

Kime elimi uzatsam aşk diye

Kesiyor yollarımı

Kalbimle tenim arasındaki uçurum.

 

Ölüm alıştırıyor usul usul kendine

Alarak elimden dünya sevinçlerini

Ne kadar haklıymışsın anne…

Şükrü Erbaş

İhsan Deniz

SÖZ

ben durgun ruhları taşıyamadım

anlatamadım vaktin dolduğunu

bulutu unutulmuş bir gökle sırdaş olup

anlatamadım suların kabardığını, fırtınanın taştığını

toprağın kıvrıldığını, çatladığını taşların

her gece paylaşılan bir yüzden

sarardığını uykularımın


binlerce kez yanılmanın yorgunluğu

artık sönmüş bir fenerden

sislerden, peşpeşe yükselen bir kentlerden

kentlerin kemirilen evlerinden

bir yabancının ruhunu alkışlayıp

okşayarak, akarsu havuzlarına

karlı yamaçlara, sarnıçlara

yeniden parıldayacak bir hayatın ateşini yakmaya yetmiyordu

yetmiyordu bir gün bir falcıyı kandırmanın kurnazlığına

ama sen, ilk kez bulmanın sarhoşluğu

taşkın bir hayatın

ürkek ve zamansız yolculuğu

o kadar uzak

ve o kadar korkulu mutluluğu


evet, taşıyamadım durgun ruhları

taşıyamazdım

tanıyamadım bir böceğe yaslı adımları yankılayan kapıları

(adım ve kapı ve yankı bendim gerçi)

filiz süren, kabuk değiştiren

yenilenen her ağaca yanaşamadım,

beni bilen bir bakıcı çıksa

bir sahtekar tutup yaşadığımı haykırsa

ortaya konsa benden artan bana

şaşırmazdım, hatırlanmaz aldanmazdım

bütün sözlerin yanılacağını

hangi yöne sapılsa

ölüm figürlerinden kurulu yapılar karşısında susulacağını

............


zamansız bir kuşkuya düştüm ben

aldandım pencereye vuran gürültülerde

aklım karıştı, rehber olamadım örümceklere

bir ejder ritmi kolladım hep sana ulaşan kıyılarda


anla, kendime kurulan bir tuzağım ben

yetişemem taş kemerleri aşan yorgancıya

silemem, gözümden gitmez o dağın yolculukları

her sabah önüme düşen bir hayalin simsiyah olmuş kurumları


işte yalnız sana söylenen bir sözüm ben

bak, günlerdir güneşi utandıran bir yangınla örtülü içim dışım

ah, çıkar artık geceyi beni ayıltan ağzından

geçeyim toz zerreleri

altında mantar kokulu ülkenden


ah, yalnız sana söylenmiş bir sözdüm ben.......


İhsan Deniz

Lale Müldür
Tuğrul Tanyol
Hüseyin Atlansoy

Balkon Çıkmazında Efendilik Tarihi


bir örnek giysili efendileri beklemekten yorgun

fincan gibi turtularının gülümsemesi yani afrikalı

artık kimseler gelmiyor; cezayir yabancı dil kursu

parmaklarını taklatınca kuşları havalanmıyor bella’nın

gece uçuşuna çıkamıyor azizler gece kuşları suskun

sigarasını tüttürüyor mısırlı üstüne ortadoğu’nun

efendi efendi hani kul köle korkutan seni

ki bir balkon çıkmazında güneşi seyrediyor

özgür atılımlarıyla sersefil gece ve zenne

hintyağı akışında boyuneğişini ölümlerin

kızların sevgiliye ortak dudaklarında duman

enişteler toplamı temerküz kampı gözlerinde

bir kraliçe özür dilemeye dili dönmüyor

bütün tarih kulağında küpe

bir hatırlatma tek kulağı küpeli şirpençe

kölemenlerin üstüne arasıra birkaç beyit

II

/anlamıyoruz sizi; sizin futbol sahası danslarınız

karşılamaya yetmiyor bir genç kızı

ve o genç kızın kulakmemelerinden

akan saf süt tazeliğinde pıhtılaşmış küpelerini

ana karnında cennetini yaşamış bir delinin

göğsüne bir zafer madalyası gibi iliştirilmesine yetmiyor/

yollar bomboş sürekli uykular mutluluğu

efendi utancından pembeleşmiş kekre gülüşlerde

aslı bilinmeyen fransızca şarkıları dinlemekten yorgun

kekeme gülümsemelerin mahmur yüzü ortadoğu

kesik öksürüklerini saçlarımıza düzensiz

zincirleme darbeleriyle savuruyor

atların terkisine uzanan eyerlerin saltanatında

efendi balkon çıkmazında canalıcı tavrıyla

arapkırması gözlerini kırpıyor ilgilerinin

III

yağmursuz çöllerin oruca niyetli kum taneleri

efendinin kulağına kaçıyor

sonu gelmiş haberi olmayan uykularda

bu sevgiyi orucuna bozmaya mahkûm bir derviş gibi

bitiriyorum

işte boynumuz vurun efendiler, yaşıyoruz

ölü toprağı dökülüyor üstümüzden

bir kumarbaz şansı ile çay içmeye geliyoruz.

Hüseyin Atlansoy

Haydar Ergülen

FAZLA BALKON

Balkonlar evlere fazla

balkonlar belki de kurulmazdı

kapıların açıldığı ırmaktan

şehir değil bahçeler aksa


Balkonlar gevezelik

balkonlar ısrar


Balkonlar evleri bıraksa

çocuklar eve dönse

hastalar güzel ölse

kendi vatanında ev

kendi yatağında hasta


Herkes balkonda unuttuğu

şiirini geri alsa


Kalsa kalsa

bana evlerden Behçet

balkonlardan Sezai


Haydar Ergülen

Garip Akımı

In this type of conflict, a character must take on society itself, and not a single person. The character stands at odds with societal norms and realizes the necessity to work against these norms. This is an external conflict.

Oktay Rifat Horozcu

BİR ŞEHRİ BIRAKMAK,

I

Senin için aldığım menekşeleri

Çalgıcılara dağıttım

Son gece

Son defa başlayan sabah

Yatağımı yine sen düzelt

Küçük balıkçı çocuğu

Sen denizden

Yaramaz ve çapkın balıkları tutabilirsin

Çok uzaklara gittiğimi

Sana söylemek isterdim

Güzel satıcı kızı

II

Ağaca söyle

Gölgesini getirsin bana yolluk

Sokağı ve denizi isterim pencereden

Senden çörekler isterim

Ay biçiminde

III

Ellerin yetişir vedalaşmaya

Niçin ağlıyorsun

Oktay Rıfat Horozcu

Melih Cevdet Anday

ALATURKA

Çık benim şair tabiatım, çık orta yere

Fakir güzelinden söyle

Hasret ateşinden çal

Çal, söyle benim derdimi sevdalı sesinle.

Hep bilinen şarkılar gibi olsun

Hani, dil-i biçâreden

Sun da içsin yâr elinden

Hani bilinen şarkılardan olsun.

Yeni sözler arama nafile

Derdim yeni olsa anlarım

Gel, hazırından söyle bu akşam

Üzme yetişir, üzme firakınla harabım.

Sonunda ah çekeriz derinden

Kim anlayacak sahiden olduğunu

Sen söyle yalnız

Zülfündedir baht-ı siyâhım bestesini

Dede’den.


Melih Cevdet Anday


RAHATI KAÇAN AĞAÇ


Tanıdığım bir ağaç var

Etlik bağlarına yakın

Saadetin adını bile duymamış

Allah’ın isine bakin

Geceyi gündüzü biliyor

Dört mevsimi, rüzgarı, kari

Ay ışığına bayılıyor

Ama kötülemiyor karanlığı

Ona bir kitap vereceğim

Rahatını kaçırmak için

Bir öğrene görsün askı

Ağacı o vakit seyredin.

Melih Cevdet Anday

Give examples of man versus society conflict in the real world.

Orhan Veli Kanık

KİTABE-İ SENG-İ MEZAR

Hiçbir şeyden çekmedi dünyada

Nasırdan çektiği kadar

Hatta çirkin yaratıldığından bile

O kadar müteessir değildi;

Kundurası vurmadığı zamanlarda

Anmazdı ama Allah'ın adını,

Günahkar da sayılmazdı.

Yazık oldu Süleyman Efendiye

II

Mesele falan değildi öyle,

To be or not to be kendisi için;

Bir akşam uyudu;

Uyanmayıverdi.

Aldılar, götürdüler.

Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.

Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar

Haklarını helal ederler elbet.

Alacağına gelince...

Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.

III

Tüfeğini depoya koydular,

Esvabını başkasına verdiler.

Artık ne torbasında ekmek kırıntısı,

Ne matarasında dudaklarının izi;

Öyle bir rüzigar ki,

Kendi gitti,

İsmi bile kalmadı yadigar.

Yalnız şu beyit kaldı,

Kahve ocağında, el yazısıyla:

'Ölüm Allah'ın emri,

Ayrılık olmasaydı.'

Orhan Veli Kanık

Give examples of man versus society conflict in a literary work.

İkini Yeni Şiiri

This situation results from a protagonist working against what has been foretold for that person. While this conflict was more prevalent in stories where gods could control fate, such as in ancient Greek dramas, there are still examples of this type of conflict in more contemporary literature.

Sezai Karakoç

KAPALI ÇARŞI

Kendi yastıklarına gölge salmasın

Çocuklarının öpüşleri onlara anlat

Onlara anlat yağmur karşılıklı yağar

Ruhların içindeki müzikle karşılıklı

Kapalı çarşı içinde bir sigara

Bir keman kılıfı senin saçlarına sürünen yağ

Onlara anlat kadınların gözlerinin içinden geçer

Kapalı Çarşı ve Kapalı Çarşı’yı götüren saat

Bir inci gerdanlık dumanları içinde kapkara

Anlamağa başladığı ağır ve çekilmez kelimeler içinde dağ

Senin resmin ince gerdanlığın siyah parlaklığı içinde ışıklı

Işıklı ışıksız yandan ve önden ışıksız arkadan ve içten ışıklı

Onlara anlat ki insan kelimelerden ve şiirden yaratılmadı

Tüyler içinde gelen yeni dünya

Bir sandalye kadar hür olduğu gün

Sen cuma gününün hürriyet kadar kutsal olduğunu onlara anlat

Benim aynamı küçültüp büyülten onlar

Benim aynamı aynalıktan çıkaran

Kapalı çarşılar içinde fikre ve gerçeğe

Neler neler etti anlarsın onlar

Şemsiyeler gibi

Felaketlerin en şakacısına açılıveren onlar

Kendi yastıklarına düşmesin

Dostlarının kadınları üstündeki gölgesi onlara anlat

Kapalı çarşılar içinde

Aslanların ağaç kabuğuna yazdığı şiir

Kapalı çarşı içerisinde

Açık ve keskin yumuşak ve güzel Kur'an sesleri

Kapalı çarşı içinde kapalı rüya çarşıları

Kapalı çarşı içinde öfke ve af çarşıları

Kapalı Çarşı’ya gittiğin zaman

Bir yangın sonrasının gazetelerini okudun

Bir gazete uzun ve kul olmuş bir gazeteydi Kapalı Çarşı

Mavi gözlü bir gazete

Kapalı Çarşı içinde bulutların en senin olanı

Sen bana kapalı çarşı

Şüphesiz o kadar satılan ve alınanlar var ki

Şüphesiz bir harita kırığı

Bir yapma deniz parçasıyla kapalı Kapalı Çarşı

Sen kapalı çarşılar üstüne yağmur yağanı

Yağmurun iyi ve doğru yağmadığını

onlara anlat

Sezai Karakoç


BALKON

Çocuk düşerse ölür çünkü balkon

Ölümün cesur körfezidir evlerde

Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların

Anneler anneler elleri balkonların demirinde

İçimde ve evlerde balkon

Bir tabut kadar yer tutar

Çamaşırlarınızı asarsınız hazır kefen

Şezlongunuza uzanın ölü

Gelecek zamanlarda

Ölüleri balkonlara gömecekler

İnsan rahat etmeyecek

Öldükten sonra da

Bana sormayın böyle nereye

Koşa koşa gidiyorum

Alnından öpmeye gidiyorum

Evleri balkonsuz yapan mimarların

Sezai Karakoç


Ülkü Tamer
Ece Ayhan
Edip Cansever

ADSIZ BİR ÇİÇEK

Rengini dünyaya ilk defa sunan

Adsız bir çiçek gibi parlıyorsa gözlerim

Sevgilim

Bana 'sen bir şairsin' dediğin zaman.


Yalnız sana yazıyorum bu şiiri

İstersen bir şiir gibi okuma

Çünkü her yıl yeniden yazacağım onu

Soğuklar başlayınca havalanıp

Millerce yol katettikten sonra

Güneyi tadan bir kuşun sevinciyle.


Ve yazmış olacağım bir de

Her dönemde her çağda

Sevdanın kendine özgü diliyle.

Edip Cansever

Turgut Uyar

Büyüyüp Giden Hüzün’e

 

bir güzel aşk yılının ortasında

bir kestane ekerim büyür gider

 

ortaçağdan bir deniz hartasında

bir iki harf bulurum büyür gider

 

biliyorum ikimiz arasında

bir deste gül mü ne var büyür gider

 

sen bir aklık gibisin sırasında

boynun ve dediklerin büyür gider

 

ölür gider çinisi bir soylunun

bize bir mavi kalır büyür gider

 

ve içilir bir devin sofrasında

arayerde bir hüzün büyür gider

 

Turgut Uyar

Cemal Süreya

GÜL

Gülün tam ortasında ağlıyorum

Her akşam sokak ortasında öldükçe

Önümü arkamı bilmiyorum

Azaldığını duyup duyup karanlıkta

Beni ayakta tutan gözlerinin

Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum

Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz

Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum

İstasyonda tiren oluyor biraz

Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım

Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum

Her nasılsa sokağa düşmüş

Kolumu kanadımı kırıyorum

Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı

Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene


CEMAL SÜREYA

Since in real life we can't say that such examples of man versus supernatural, there are some superstitions that can influence a person's life.

Give examples of these superstitions.

İlhan Berk

ATIMI İSTEDİM EVİN GÖĞÜ GERİNDİ

Atımı istedim evin göğü gerindi

Cin gülleri bir yerden ordan geliyorum

Öyle sular dağların üstüydü isminiz

Yeşil, o solukları gibi rüzgarların

Bir bin yıl rüzgar değirmeninizde kaldım


Tep kralları gibiydim öyle yalnızdım

Bir çağda seni bu beyazlığında tuttum

Ak, sabah kalyonlarım hep gökyüzündeydi

Ben rüzgar değirmeninizde kaldım


İşte ellerin o dünya kadar Akdeniz

Hansi, gecenin pancurunda Berk kuşlarım

Ey benim sığlığım eskim karanlığım siz

Yitik gülüşünün açtığı sular şimdi

Ben o gecelerde saçıydım çocukların

Bir bin yıl rüzgar değirmeninizde kaldım.


İlhan BERK


Give examples of man versus fate conflict in a literary work.

Dini Değerleri, Geleneğe Duyarlılığı ve Metafizik Anlayışı Öne Çıkaran Modern Şiir

A more contemporary type of conflict, this situation results from humans involved in a struggle with man-made machines. This is an external conflict.

Asaf Halet Çelebi

İBRAHİM


ibrahim

içimdeki putları devir

elindeki baltayla

kırılan putların yerine

yenilerini koyan kim


güneş buzdan evimi yıktı

koca buzlar düştü

putların boyunları kırıldı

ibrahim

güneşi evime sokan kim


asma bahçelerinde dolaşan güzelleri

buhtunnasır put yaptı

ben ki zamansız bahçeleri kucakladım

güzeller bende kaldı

ibrahim

gönlümü put sanıp kıran kim”


Asaf Halet Çelebi


HE


vurma kazmayı

ferhâaad

he'nin iki gözü iki çesme

âaahhh

dağın içinde ne var ki

güm güm öter

ya senin içinde ne var

ferhâaad

ejderha bakışlı he'nin

iki gözü iki çeşme

ve ayaklar altında yamyassı

kasrında şirin de böyle ağlıyor

ferhâaad

Asaf Halet Çelebi

Nuri Pakdil

ANNELER VE KUDÜSLER


I

Güz suları bizim şehrin önünden akar

Kış savunması

Bizim şehir üs öbür şehirlere

Dakka şimdi bir doğu kamerası

Ölümü çeken

*

Geleceği parmakların bir bir gösterdi

Yeşil bir harmani dizlerinde

Çek denizi aradan

And anıtları koy

Eski çağ taşlarının üstüne

Yeni çağ silahları üstüne

*

Eylem öğlesi

Gül kurularını birbirine bağladık

Ekmeğimize bulaşan çağın hakkını

Kitabı açarak

Yonttuk

*

Soluğunda gül kokusu

Okunan ve bitmeyen bir sayfa

Gibi

Beni çeker bir girişime

*

Daha dinç ötede

Gerçekte olduğundan daha parlak

Yeresel

Otuzüç katlı bir yapı gibi

Damarlarımızda dolaşan kan gibi

Hamid çizgisi

*

II

At ipi atladı

Kitap soluyan atlar

Çocuk atı çağırdı

At çocuğu tanıdı

*

Denizi çek annemin başörtüsüyle ey sevgili

At geçer o zaman denizi

*

Bilirsiniz ormanlarla sonsuz bir at gelir

Görmüşsünüzdür çocukların rüyalarında da gelir

Biner ona

Sünnetçi

*

Cezayir’e atlarla gidilirdi

Babam atla bağa gelirdi

Yeni Ali

Paris’i atla dolaşacak

*

İyi binen ata

Bir solukta geçer Hazer’i

Yavaş yavaş ingiliz

Tuzağına düşer at süren yiğitlerin

*

III

Tûr Dağını yaşa

Ki bilesin nerde Kudüs

Ben Kudüs’ü kol saatı gibi taşıyorum

*

Ayarlanmadan Kudüs’e

Boşuna vakit geçirirsin

Buz tutar

Gözün görmez olur

*

Gel

Anne ol

Çünkü anne

Bir çocuktan bir Kudüs yapar

*

Adam baba olunca

İçinde bir Kudüs canlanır

*

Yürü kardeşim

Ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin

(Ocak 1972)

*

IV

Narin bir üzüm anne yüreği

ağlaması çocuğun

çöl tülbent üstünde

sarar onunla anne yüreğini

*

Çocuk harita

anne çocuğun gözleriyle bakar

uyur çocuk

anne bekçi daim

*

Sokaklar dar mı

boğulur anne

bu atlar

geniş alan isterler

*

Çocuk koşar

ardından K da

insanın yüreğinde bir parça Kudüs vardır yani K

anne şimdi eline aldığı yüreğini yerine bırakır

*

Irmak yatağıdır

çocukların cepleri

bilmeyiz bütün ırmaklar sabahları

akşamları çocuk ceplerindedir

*

Erişince kelime beyi

çocuğun etine

pamuk gibi yumuşak olur o dağ

anneler her yerde o dağı ararlar

*

Dener çocuk

öndeki çocuk boynu mitralyözdür

toz kalktı mı ayaklardan

Alttaki çocukla birlikte ikisi de attır

*

Doğudan mı batıdan mı

yürüyen bir çocuk göreceğiz Kudüse

ben çok önce çıktım doğu’dan

anneler her yerde ararlar beni

*

Çocuk akdeniz görmüş

her ülkede bulunan

bir

K’dır

*

Büyüyor elinde bomba

bombanın gerçeği yumuk çocuk eli

ama çocuk

aykırı görülür ölüme

*

Ölüm de yasadır

artar K

annelere sunu günaydın

çocuk önder

(Kasım 1973)

*

V

Mavi ışın dolanır anne gömleğinde

bal arısı deniz suyu

tayfı çocukların

gözetir kudüsleri

*

Kar yağmaz uçar anne gözlerinden

anne eli ovadır

oynayınca çocuk

daha genişler

*

Kudüse şiir gömlek dikişi annenin

gösterir yönümüzü iğneden çıkan ipliğin konumu

kare ya dikdörtgen

annenin çocuk yanağındaki izi

*

Düşününce anne

kudüsler yakınlaşır

bir tanrı tanımazın elinde de

kudüs haritası bakar kudüs yaklaşımıyla

*

Kelime anne dişleri

kiminde otuz iki kiminde otuz üç kelime

çocuk bu kelimeleri

öğrenerek yaş alır

*

Tapınakla yürek arasında en canlı ilişki

yüreğimiz sıkışınca

anladık

el aksa’dan bir taş düşürülmüştür

*

İnsan

soyaçekim

göğe yansır umudu

baktıkça aynada

*

Ve çocuk gülünce

ışır el aksa

el aksa bilir ki

çocuk koyacak o taşı

*

Ki biraz kirazdır ki biraz silâhtır

çocukların

gözleri

parmakları

*

Getirince baba

kudüsü özümleyen ekmeği

yeniler anne andını

kirazın ve silâhın üstüne

*

Deniz kabartısıyla

aynı andadır anne andı ve çocuk solunumu

bilir baba

toprağı süren makinanın hüzünle kudüsü söylediğini

*

Ağıt yakışmaz

şiire ve çocuk yüzlerine

ki çocuk yüzleridir getirir bizlere

gereğini bağımsızlığın

*

İlerler zaman

kudüs koşusunda

ancak anlar

çocukların daim önde olduklarını

Nuri Pakdil

Erdem Bayazıt

SEBEP EY

Ürperir tabiat, üfleyince rüzgârı derin gök soluğu

Ulu ses dokununca çarka

Düşer ölümün gölgesi eşyaya.

Başlar eşyada hareket kurtulmak için kendinden

Daha öteye geçmek için arınmak gibi elbiseden

Yakalar ölümsüzlüğün sonsuz ipini

Sonra ses olur

Zamanın idrak incisi ses döner, döner, döner de

Yönelir sebebe

Sebeb ey!

Sesi damarla çizer

Mutlak sözü damarda kanla çizer

Uzar bir göz ağrısının gecesi uçsuz bir nehir gibi

Bir bebeğin ilk hecesi düşer ağzından ansızın ve bulur

Sonra toprak sıkışır sıkışır taşar da renk olur tarla da

Günesin çarpılmış elçisi Van Gogh´la gelir önümüze

Portakalla yayılır karanfilde tutuşur karar kılar denizde

Renk denizde karar kılan ebedi tarla olur.

Renk başkaldırırken helezonlar çizerken ses

Som fatih su fetheder tabiatı

Döner döner döğünür eritir dağları yobaz kayaları

Daha der sığmaz kabına yönelir göğe teslim olur

Ve düşerken toprağa çağırır

Sebeb ey!

Her sabah bütün bitkiler iştahlı bir çocuktur

Emer, emer, emer toprak anayı

O sultan hazinesi o hep veren sonsuz cömert anayı

Yeşil hayat, kırmızı hareket, sarı sabır emer

Ve beyaz iman çizer sesini

Tamamlar kavisini

Sebeb ey!

Erdem Bayazıt

As this conflict is more science fiction based, in real life we can't find such examples.

However, as technology became a big part of our lives there are some situations that man made machines affects our lives.

Find such examples.

Cahit Zarifoğlu

KAYIT

Korku salardı inceliğin acıman tevazuun

Dünya ve insan çıkmazlarına yumuşak bakışın


Nur sarnıçları ballar koydun çöllere ruh eşiklerine

Senden kaynıyordu yine sana kapılıyor ırmakların


Yamalı ve tertemiz elbiselerim olunca

Her gece mutlak uyanıp adını anınca


Bir gün elbette sofraya birlikte çökeriz

Sen dağ gibi kurul ben zerre bir yer tutayım


Sura vardıkça gövdelendim soyundum aşk duasına

Atılıyorum sırlarına açılıyor hücrelerim


Menzili çoktan geçtim ün saldı kayboluşum

Kendi kuytumda çalkıyor şerbetini ağzım


Cahit Zarifoğlu

Give examples of man versus machine conflict in a literary work.

Cumhuriyet Sonrası Halk Şiiri

Ali İzzet Özkan
Murat Çobanoğlu
Şeref Taşlıova
Abdurrahim Karakoç

MİHRİBAN

Sarı saçlarına deli gönlümü

Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban!

Ayrılıktan zor belleme ölümü

Görmeyince sezilmiyor Mihriban!


Yâr deyince kalem elden düşüyor

Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor

Lâmbamda titreyen alev üşüyor

Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban!


Önce naz sonra söz ve sonra hile

Sevilen seveni düşürür dile

Seneler asırlar değişse bile

Eski töre bozulmuyor Mihriban!


Tabiplerde ilaç yoktur yarama

Aşk değince ötesini arama

Her nesnenin bir bitimi var ama

Aşka hudut çizilmiyor Mihriban!


Boşa bağlanmamış bülbül gülüne

Kar koysan köz olur aşkın külüne

Şaştım kara bahtın tahammülüne

Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban!


Tarife sığmıyor aşkın anlamı

Ancak çeken bilir bu derdi, gamı

Bir kördüğüm baştan sona tamamı

Çözemedim çözülmüyor Mihriban!


Abdurrahim Karakoç


ANADOLU SEVGİSİ


Sen bizim dağları bilmezsin gülüm,

Hele boz dumanlar çekilsin de gör.

Her haftası bayram, her günü düğün,

Hele yaylalara çıkılsın da gör.


Bilmezsin ovalar nasıldır bizde;

Kağnılar yollarda, yoncalar dizde...

Saydıklarım damla değil denizde,

Hele bir ekinler ekilsin de gör.


Görmedin sen bizim mavi suları,

Karlar eriyince kırar yuları...

Köpük olur beyaz, sel olur sarı;

Hele taştan taşa dökülsün de gör.


Sen bizim köyleri görmedin ki hiç,

Yolları toz, çamur, evleri kerpiç.

O kirli kabukta, o en temiz iç;

Hele bir yakından bakılsın da gör.


Anlamaz, bilmezsin sen bizim halkı,

Sevgiyi bulasın, yakına gel ki...

Kalıplar gerçeği göstermez belki

Gönül perdeleri sökülsün de gör.

(Dosta Doğru)

Abdurrahim Karakoç

Davut Sulari
Aşık Feymani

ANADOLU'M


Benim yurdum hiçbir yere benzemez

Neresi başkadır Anadolumun

Zamanın var ise seyran eyle gez

Sırası başkadır Anadolumun


Dağlarında ceylan geyik beslenir

Bağlarında bülbül öter seslenir

Her mevsimde çeşit çeşit süslenir

Yöresi başkadır Anadolumun


Davul, zurna çalar güreş tutulur

Halayda, horonda nara atılır

Genç ihtiyar bu neşeye katılır

Töresi başkadır Anadolumun


Bu diyarda ecdadımın izi var

Cennet diye dahilerin sözü var

Her taşında efsanevi yazı var

Mirası başkadır Anadolumun


Her köşede bir evliya yatıyor

Alemden, aleme ışık tutuyor

Kararmış kalpleri aydınlatıyor

Çırası başkadır Anadolumun


Feymânî’yim tarihlere şan verdik

İnsanlığa düzen verdik, yön verdik

Vatan için şehit olduk, can verdik

Kirası başkadır Anadolumun

Aşık Osman Feymani

Aşık Veysel Şatıroğlu

UZUN İNCE BİR YOLDAYIM


Uzun ince bir yoldayım

Gidiyorum gündüz gece

Bilmiyorum ne haldeyim

Gidiyorum gündüz gece


Dünyaya geldiğim anda

Yürüdüm aynı zamanda

İki kapılı bir handa

Gidiyorum gündüz gece


Uykuda dahi yürüyom

Kalmaya sebep arıyom

Gidenleri hep görüyom

Gidiyorum gündüz gece


Kırk dokuz yıl bu yollarda

Ovada dağda çöllerde

Düşmüşem gurbet ellerde

Gidiyorum gündüz gece


Düşünülürse derince

Irak görünür görünce

Yol bir dakka mıkdarınca

Gidiyorum gündüz gece


Şaşar Veysel işbu hale

Gah ağlaya gahi güle

Yetişmek için menzile

Gidiyorum gündüz gece

AŞIK VEYSEL ŞATIROĞLU

1960 Sonrası Toplumcu Eğilimleri Yansıtan Şiir

İsmet Özel

MATARAMDA TUZLU SU


West Indies,Kızıl Elma,İtaki,Maçin!

Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Beyazların yöresinde nasibim kalmadı

yerlilerin topraklarına karşı şuç işledim

zorbaların arasında tehlikeli bir nifak

uyrukların arasında uygunsuz biriyim

vahşetim

beni baygın meyvaların lezzetinden kopardı

kendime dünyada bir

acı kök tadı seçtim

yakın yerde soluklanacak gölge bana yok

uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Uzak nedir?

Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için

gidecek yer ne kadar uzak olabilir?

Başım açık, saçlarımı ikiye

ortadan ayırdım

kimin ülkesinden geçsem

şakaklarımda dövmeler beni ele verecek

cesur ve onurlu diyecekler

halbuki suskun ve kederliyim

korsanlardan kaptığım gürlek nara

işime yaramıyor

rençberlerin o rahat

ve oturmuş lehçesinden tiksinirim

boynumda

bana yargı yükleyenlerin

utançlarından yapılma mücevherler

sırtımda sağır kantarı gizli bilgilerin

mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok

uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Bir hayatı,ısmarlama bir hayatı bırakıyorum

görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta

askerken kantinden satın aldığım cep aynası

bazı geceler çıkarken

uçarı bir gülümseyişle takındığım muşta

gibi lükslerim de burda kalacak

siparişi yargıcılar tarafından verilmiş

bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya

taşımamı yasaklayan belgeyi imzaladım

burada bitti artık işim, ocağım yok

uzun yola çıkmaya hüküm giydim.


İsmet Özel

Özkan Mert
Nihat Behram
Ataol Behramoğlu

Kardeşim Aylardır Hapiste

Acımı duyurabilmek için
Uykusuz
Aç
Susuz
Öylece
Durabilirim.
Acımı duyurabilmek için
Sevgisiz
Anısız
Kaskatı olabilirim
Ve durup dört yol ağzında
Durdurup gelip geçenleri
Kendi halinde
Yaşayıp gidenleri
Tutup yakalarından
Haykırabilirim
Nefesim
Bitene dek
Bütün gücümle
Haykırabilirim
Bütün dünyaya.

Kardeşim
Hapiste
Kardeşim
Aylardır hapiste.
Kardeşim
Dövüldü orada.

İyi ve güzel şeyler dışında
Hiçbir şey taşımayan
Ve sadece bir insan varlığına değil
Yaşayan
Yaşayamayan
Bütün varlıklara
Bir ota
Bir taşa
Sevgiyle
İlgiyle
Dolu beyni
Orada
Sarsıldı elektrikle
İnce bedeni
Tekmelendi

Acımı duyurabilmek için
Çıldırabilirim
Acımı duyurabilmek için
Zehirle doldurabilirim
Yazdığım her şiiri
Nefretle
Gözyaşıyla
Korkunç bir sevgiyle

Kardeşim
Aylardır hapiste
En güzeli
Tanıdığım insanların
En katıksızı
En pırlantası.
Ona sevgilisini
Kucaklamak yasak.
- Bir zamanlar el ele tutuşup
Harikulade güzel
Şeyler konuştukları
O kızı –
Ona özgürce
Dolaşmak yasak.
- Bir tay kadar
Hareketliyken kalbi-
O artık
Kitap okuyamayacak.
-Sindirdiği gözle görülürdü
Alnında terler birikerek
Hummalı
Bir tutkuyla
Devirdiği kitapları-

Biz özgürlüğün
Güzel günlerin
Savaşçıları
Aydınlığın
İyiliğin
Bize eziyet
Ediyorlar bugün
Ama halkımız
Aynı acıların
Bin katını
Yaşamıyor mu sanki

Biz özgürlüğün
Güzel günlerin
Savaşçıları
Bize eziyet ediyorlar bugün
Ama bu
Şiirimize
Biraz daha çelik
Katılacak demektir
 Biraz daha karar
Ve zafer umudu

Kardeşim
Aylardır hapiste
Ve yıllarca sürebilir bu
Çünkü o halkının omuz başına
Koydu omuzunu

Ataol Behramoğlu


YAŞADIKLARIMDAN ÖĞREDİĞİM BİR ŞEY VAR


Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:

Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi

Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten

Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği


İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne

Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa

Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır

Kopmaz kökler salmaktır oraya


Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını

Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin

Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara

Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin


İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine

Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

İnsan balıklama dalmalı içine hayatın

Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına


Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar

Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın

Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu

Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın


Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle

Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı

Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına

Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı


Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:

Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına

Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır

Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.

Ataol Behramoğlu

Refik Durbaş
Gülten Akın

KESTİM KARA SAÇLARIMI
Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön
Yasaktı yasaydı töreydi dön
İçinde dışında yanında değilim
İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi
Bu nasıl yaşamaydı dön

Onlarsız olmazdı, taşımam gerekti, kullanmam gerekti

Tutsak ve kibirli -ne gülünç-  
Gözleri gittikçe iri gittikçe çekilmez
İçimde gittikçe bunaltı gittikçe bunaltı
Gittim geldim kara saçlarımı öylece buldum

Kestim kara saçlarımı n'olacak şimdi
Bir şeycik olmadı - Deneyin lütfen - 
Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım
Günaydın kaysıyı sallayan yele
Kurtulan dirilen kişiye günaydın

Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi
Bir yaşantı ile karşılayanlara
Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum



Gülten  AKIN


Süreyya Berfe

BAĞA GİDENİN TÜRKÜSÜ


Gel benim doru atım

Varalım bağ evine

Güneş ısındı

Yollar ışıdı

Sırtımda keten gömlek

Varalım bağ evine


Üzümler yıldız gibi

Su güldü bize

Toprak güldü

Bu yıl gökler yavuzdu

Güzel gürledi

Tarlalar beni bekler

Varalım bağ evine


Buralardan kaç kere geçtik,

Ak kavaklar

Söğütler

Gelincikler

Nerde bizim ölüler

Nerde ağalar

Onulmaz yaralı çocuklar nerede

Haydi benim doru atım

Yüreğim gürültüyle çarpar

Varalım bağ evine

Süreyya Berfe

Milli Edebiyat Anlayışını Yansıtan Şiir

This conflict develops from a protagonist’s inner struggles and may depend on a character trying to decide between good and evil or overcoming self-doubt. This conflict has both internal and external aspects, as obstacles outside the protagonist's force them to deal with inner issues.

Necmettin Halil Onan

BİR YOLCUYA

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın

Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.

Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın

Bir vatan kalbinin attığı yerdir.


Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda

Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda,

İstiklal uğrunda, namus yolunda

Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.


Bu tümsek, koparken büyük zelzele,

Son vatan parçası geçerken ele,

Mehmed’in düşmanı boğduğu sele

Mübarek kanını kattığı yerdir.


Düşün ki, haşrolan kan, kemik, etin

Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin

Bir harbin sonunda bütün milletin

Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

Necmettin Halil Onan

Orhan Şaik Gökyay

BU VATAN KİMİN


Bu vatan toprağın kara bağrında

Sıradağlar gibi duranlarındır,

Bir tarih boyunca onun uğrunda

Kendini tarihe verenlerindir.


Tutuşup kül olan ocaklarından,

Şahlanıp köpüren ırmaklarından,

Hudutlarda gaza bayraklarından

Alnına ışıklar vuranlarındır.


Ardına bakmadan yollara düşen,

Şimşek gibi çakan, sel gibi coşan,

Huduttan hududa yol bulup koşan,

Cepheden cepheyi soranlarındır.


İleri atılıp sellercesine

Göğsünden vurulup tam ercesine,

Bir gül bahçesine girercesine

Şu kara toprağa girenlerindir.


Tarihin dilinden düşmez bu destan,

Nehirler gazidir, dağlar kahraman,

Her taşı yakut olan bu vatan

Can verme sırrına erenlerindir.


Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil,

Bu sevgi bir kuru ifade değil,

Sencileyin hasmı rüyada değil,

Topun namlusundan görenlerindir.

Orhan Şaik Gökyay

İbrahim Alaettin Gövsa

TÜRK BAYRAĞI 

Kahramanlar bucağından uyandın,

Şehitlerin kanlarıyla boyandın, 

Nice düşman kalesine uzandın, 

Sana selam ey şanlı Türk Bayrağı.. 

 

Çırpınarak dalgalanır kanadın, 

Gökyüzüne çıkmak mıdır muradın.? 

Gölgende can vermek ister evladın, 

Bir kalendir her bir Türkün kucağı.. 

 

Ey şerefin, büyüklüğün fermanı, 

Ey kavgalar tarihinin destanı, 

Seni ister şu toprağın her yanı, 

Sensiz tütmez, yurdun hiç bir ocağı.. 


İbrahim Alaettin GÖVSA

Behçet Kemal Çağlar
Zeki Ömer Defne

ZİLLER ÇALACAK


Zil çalacak... Sizler derslere gireceksiniz bir bir.

Zil çalacak, ziller çalacak benimçin,

Duyacağım, evlerden, kırlardan, denizlerden;

Tâ içimden birisi gidecek ardınızdan uça ese...

Ama ben, ben artık gidemeyeceğim.


Zil çalacak... Siz geminize, treninize gireceksiniz bir bir.

Zil çalacak, ziller çalacak benimçin,

Duyacağım, iskelelerden, istasyonlardan bütün;

Tâ içimden birisi koşacak ardınızdan...

Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.


Sonra bir gün zil çalacak yine,

Hiç kimseler, kimsecikler duymayacak...

Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz...

Tâ içimden birisi kalacak oralarda...

Ben gideceğim.

Zeki Ömer Defne

Ömer Bedrettin Uşaklı
Kemalettin Kamu

BİNGÖL ÇOBANLARI


Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum,

Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum.

Bekçileri gibiyiz, ebenced buraların,

Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların

Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi,

Her gün aynı pınardan, doldurup testimizi

Kırlara açılırız çıngıraklarımızla.

Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni,

Kuzular bize söyler yılların geçtiğini,

Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;

Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek

Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı,

Her adım uyandırır acı bir hatırayı.

Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda,

Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam,

Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda,

"Suna"mın başka köye gelin gittiği akşam,

Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla,

Çoban hicranlarını basar bağrına yayla,

- Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al

Diye hıçkırır kaval:

Bir çoban parçasısın olmasan bile koyun,

Daima eğeceksin başkalarına boyun;

Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,

Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı,

Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an,

Mademki kara bahtın adını koydu çoban!

Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,

Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden

Anlattı, uzun uzun.

Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun

Nadir duyabildiği taze bir heyecanla,

Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla

Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına,

Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına

Kemalettin Kamu


GURBET

Gurbet o kadar acı

Ki, ne varsa içimde

Hepsi bana yabancı

Hepsi başka biçimde

Eriyorum gitgide

Elveda her ümide!

Gurbet benliğimi de

Bitirdi bir biçimde

Ne arzum ne emelim

Yaralanmış bir El’im

Ben gurbette değilim

Gurbet benim içimde

Kemalettin Kamu

Arif Nihat Asya

BAYRAK ŞİİRİ Arif Nihat Asya

Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,

Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,

Işık ışık, dalga dalga bayrağım!

Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

Sana benim gözümle bakmayanın

Mezarını kazacağım.

Seni selamlamadan uçan kuşun

Yuvasını bozacağım.

Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...

Gölgende bana da, bana da yer ver.

Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:

Yurda ay yıldızının ışığı yeter.

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün

Kızıllığında ısındık;

Dağlardan çöllere düştüğümüz gün

Gölgene sığındık.

Ey şimdi süzgün, rüzgarlarda dalgalı;

Barışın güvercini, savaşın kartalı

Yüksek yerlerde açan çiçeğim.

Senin altında doğdum.

Senin altında öleceğim.

Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:

Yer yüzünde yer beğen!

Nereye dikilmek istersen,

Söyle, seni oraya dikeyim!

Give examples of man versus self conflict in the real world.

Ahmet Kutsi Tecer

Deli Kız'ın Türküsü 

Çıkarım nişanlım geliyor diye,

Henüz ötüşürken köyde horozlar,

Girerim yastığım bekliyor diye,

Geç vakit merâdan dönerken yozlar.


İçimde tutuşmuş bir demet saman,

Bulutlar göğsümden yükselen duman;

Sanırım, yollara baktığım zaman,

Atlılar geliyor, giyinmiş bozlar.


Bir gölge seçerim, olur bir kanat;

Rüzgârlar derinde kişneyen bir at;

Yolcular geliyor, geldiler, heyhat,

Rüzgârın ardından kopuyor tozlar…

Ahmet Kutsi TECER

Give examples of man versus self conflict in a literary work.

1923-1960 Toplumcu Eğilimleri Yansıtan Şiir

In this type of conflict, a character is tormented by natural forces such as storms or animals. This is also an external conflict.

Ömer Faruk Toprak
A. Kadir
Ceyhun Atıf Kansu
Rıfat Ilgaz

ALİŞİM


Kasnağından fırlayan kayışa

kaptırdın mı kolunu Alişim!

Daha dün öğle paydosundan önce

Zileli’nin gitti ayakları.

Yazıldı onun da raporu:

“İhmalden! ”

Gidenler gitti Alişim,

boş kaldı ceketin sağ kolu...

Hadi köyüne döndün diyelim,

tek elle sabanı kavrasan bile

sarı öküz gün görmüştür,

anlar işin içyüzünü!

Üzülme Alişim, sabana geçmezse hükmün

Ağanın davarlarına geçer...

Kim görecek kepenek altında eksiğini

kapılanırsın boğazı tokluğuna.

Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman

beklesin mızrabını.

Sağ yanın yastık ister Alişim,

sol yanın sevdiğini.

Ama kızlar da, emektar sazın gibi,

çifte kol ister saracak!

Rıfat Ilgaz

Enver Gökçe
Ahmet Arif
Hasan İzzettin Dinamo
Ercüment Behzat Lav
Hasan Hüseyin Korkmazgil
Attila İlhan

Acı Ninni

uyusun ay büyüsün camlar buğulanmasın

sen uyu uyusun bulutlar uyanmasın

ışıklar uyanmasın camlar buğulanmasın

sen uyu uyanmasın İstanbul uyusun

karagümrük uyusun fâtih uyusun

atatürk bulvarı’nda rüyalar büyüsün

sen uyu uyusun istanbul uyanmasın

gemiler uyanmasın camlar buğulanmasın


cibâli uyanmasın evliya gibi uyuyor

kuytulara sokulmuş yummuş gözlerini

dudakları kilitli kirpikleri dolaşık

uykusunun içinde bir çığlık dağılıyor

gözbebekleri kirli gölgeleri sırnaşık

cibâli korkuyor uykusu bölünmesin

uyusun büyüsün bulutlar uyanmasın

gemiler uyanmasın haliç buğulanmasın


bir yudum zehir gibi selim kaptan’ın uykusu

beykoz’u kaybetmiş beykoz’u

haliç’te arıyor unkapanı köprüsü

güyâ kadıköy’deymiş gemi demir tarıyor

dalgıç izzet rüyasının dibine inmiş

yirmi beş kulaçtan bir somun ekmek çıkarıyor

izzet’in gözlerini balıklar yemiş

ama nasıl büyük büyük uyuyorlar

uyusunlar sen uyu kimseler uyanmasın

cibâli uyanmasın kalbim buğulanmasın


biletçi şerif ali kontrol şevket’i dövüyor

gözlüklerini kırıyor bir kaşını yarıyor

şevket’in sol kaşından mürekkep akıyor

pencereler gözlerini yumuyorlar

ben şoförüm benim ellerim şoför

daha bir sefer taksim yapacağım

arabayı yağmurun altından çekmeli

yarın belki tarabya’dan denize uçacağım

cibâli yorgun bir mahkûm gibi gölgeli

uyuyor uyusun vakitsiz uyanmasın

garajlar uyanmasın camlar buğulanmasın


cibâli’nin uykusunu devler bekliyor istanbul bekliyor

marangoz serkis’in uykusunu ahmed’in uykusunu

büyük ocaklar gibi harıl harıl uyuyorlar

şahdamarlarından kâhtane deresi akıyor

bir orman heybetiyle karanlıkta büyüyorlar

rüzgârın gizli seslerini duyuyorlar

ninnisini duyuyorlar acı ninnisini

rüyalarına kırk haramiler giriyor

istanbul’un fırınları giriyor lokantaları

tezgâhları giriyor berber dükkânları

bulutlar dilim dilim yüreklerini yarıyor

ümidlerini bir hazine gibi saklıyorlar

saklasınlar uyusun ümidleri büyüsün

ay büyüsün uyusun bulutlar uyanmasın

cibâli uyanmasın camlar buğulanmasın

                                     Attila İlhan


BEN SANA MECBURUM BİLEMEZSİN

Ben sana mecburum bilemezsin

Adını mıh gibi aklımda tutuyorum

Büyüdükçe büyüyor gözlerin

Ben sana mecburum bilemezsin

İçimi seninle ısıtıyorum


Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor

Bu şehir o eski İstanbul mudur?

Karanlıkta bulutlar parçalanıyor

Sokak lambaları birden yanıyor

Kaldırımlarda yağmur kokusu

Ben sana mecburum sen yoksun


Sevmek kimi zaman rezilce korkudur

İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur

Tutsak ustura ağzında yaşamaktan

Kimi zaman ellerini kırar tutkusu

Birkaç hayat çıkarır yaşamasından

Hangi kapıyı çalsa kimi zaman

Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu


Fatihte yoksul bir gramofon çalıyor

Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor

Durup köşe başında deliksiz dinlesem

Sana kullanılmamış bir gök getirsem

Haftalar ellerimde ufalanıyor

Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem

Ben sana mecburum sen yoksun


Belki Haziranda mavi benekli çocuksun

Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor

Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden

Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun

Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor

Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin

Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor


Ne vakit bir yaşamak düşünsem

Bu kurtlar sofrasında belki zor

Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden

Ne vakit bir yaşamak düşünsem

Sus deyip adınla başlıyorum

İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin

Hayır başka türlü olmayacak

Ben sana mecburum bilemezsin.

Attila İlhan


ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ

Gözlerin gözlerime değince

Felaketim olurdu, ağlardım

Beni sevmiyordun, bilirdim

Bir sevdiğin vardı, duyardım

Çöp gibi bir oğlan, ipince

Hayırsızın biriydi fikrimce

Ne vakit karşımda görsem

Öldüreceğimden korkardım

Felaketim olurdu, ağlardım

Ne vakit Maçka'dan geçsem

Limanda hep gemiler olurdu

Ağaçlar kuş gibi gülerdi

Sessizce bir cigara yakardın

Parmaklarımın ucunu yakardın

Kirpiklerini eğerdin, bakardın

Üşürdüm, içim ürperirdi

Felaketim olurdu, ağlardım

Akşamlar bir roman gibi biterdi

Jezabel kan içinde yatardı

Limandan bir gemi giderdi

Sen kalkıp ona giderdin

Benzin mum gibi giderdin

Sabaha kadar kalırdın

Hayırsızın biriydi fikrimce

Güldü mü cenazeye benzerdi

Hele seni kollarına aldı mı

Felaketim olurdu, ağlardım

Attila İlhan

Give examples of man versus nature conflict in the real world.

Nazım Hikmet Ran

Kerem Gibi

Hava kurşun gibi ağır!!
Bağır
        bağır
                bağır
                        bağırıyorum.
Koşun
         kurşun
                erit-
                    -meğe
                            çağırıyorum...

O diyor ki bana:
- Sen kendi sesinle kül olursun ey!
                                                Kerem
                                                     gibi
                                                          yana
                                                                yana...
"Deeeert
             çok,
                 hemdert
                         yok"
Yürek-
        -lerin
kulak-
        -ları
              sağır...
Hava kurşun gibi ağır...

Ben diyorum ki ona:
- Kül olayım
                   Kerem
                        gibi
                              yana
                                    yana.
Ben yanmasam
                  sen yanmasan
                             biz yanmasak,
                             nasıl
                                   çıkar
                                          karan-
                                                  -lıklar
                                                      aydın-
                                                              -lığa..

Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır
        bağır
                bağır
                        bağırıyorum.
Koşun
         kurşun
                 erit-
                     -meğe
                             çağırıyorum.....
      
              Nazım Hikmet Ran


Give examples of man versus nature conflict in a literary work.

Cumhuriyet Sonrası Saf (öz) Şiir

A situation in which two characters have opposing desires or interests. The typical scenario is a conflict between the protagonist and antagonist. This is an external conflict.

Behçet Naecatigil

EVLER

İnsanlar yüzyıllar yılı evler yaptılar.

İrili ufaklı, birbirinden farklı,

Ahşap evler, kagir evler yaptılar.

Doğup ölenleri oldu, gelip gidenleri oldu,

Evlerin içi devir devir değişti

Evlerin dışı pencere, duvar.

Vurulmuş vurgunların yücelttiği evlerde

Kalbi kara insanlar oturdu.

Gündelik korkuların çökerttiği evlerde

O fukara insanlar oturdu.

Evlerin çoğu eskidi gitti, tamir edilemedi,

Evlerin çoğu gereği gibi tasvir edilemedi.

Kimi hayata doymuş göründü,

Bazılara zamana uydular.

Evlerin içi oda oda üzüntü,

Evlerin dışı pencere, duvar.


..........

..........


Behçet Necatigil


Cahit Sıtkı Tarancı

NERDESİN

Geceleyin bir ses böler uykumu,

İçim ürpermeyle dolar: - Nerdesin?

Arıyorum yıllar var ki, ben onu,

Aşıkıyım beni çağıran bu sesin.

Gün olur sürüyüp beni derbeder,

Bu ses rüzgarlara karışır gider.

Gün olur peşimden yürür beraber,

Ansızın haykırır bana: -Nerdesin?

Bütün sevgileri atıp içimden,

Varlığımı yalnız ona verdim ben.

Elverir ki bir gün bana derinden,

Ta derinden bir gün bana ''Gel'' desin.


Ahmet Kutsi Tecer

Ahmet Muhip Dıranas

SERENAD

Yeşil pencerenden bir gül at bana 

Işıklarla dolsun kalbimin içi. 

Geldim işte mevsim gibi kapına, 

Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.

Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak,

Ben aşkımla bahar getirdim sana;

Tozlu yollardan geçtiğim uzak

İklimden şarkılar getirdim sana.

Şeffaf damlalarla titreyen ağır 

Goncanın altında bükülmüş her sak

Senin için dallardan süzülen ıtır, 

Senin için yasemin, karanfil, zambak…

Bir kuş sesi gelir dudaklarından;

Gözlerin gönlümde açar nergisler.

Düşen öpüşlerdir yanaklarından 

Mor akasyalarda ürperen seher.

Pencerenden bir gül attığın zaman 

Işıklarla dolacak kalbimin içi.

Geçiyorum mevsim gibi kapından

Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.

                       Ahmet Muhip DIRANAS

Necip Fazıl Kısakürek

TAKVİMDEKİ DENİZ

Hasreti denizlerin,

Denizler kadar derin.

Ve o kadar bucaksız.

Ta karşımda yapraksız

Kullanılmış bir takvim.

Üzerinde bir resim;

Azgın, sonsuz birdeniz.

Kaygısız, düşüncesiz,

Çalkanıyor boşlukta

Resimdeyse bir nokta;

Yana yatmış bir gemi,

Kaybettiği alemi

Arıyor deryalarda.

Bu resim rüyalarda

Gibi aklımı çeldi,

Bana sahici geldi.

Geçtim kendi kendimden,

Yüzüme o resimden,

Köpükler vurdu sandım.

Duymuş gibi tıkandım,

Ciğerimde bir yosun.

Artık beni kim tutsun.

Denizler oldu tasam,

Yakar onu bulmazsam

Beni bu hasret dedim

Varırım elbet dedim.

Bir ömür geze geze

Takvimdeki denize.

Ne var bana ne oldu

Odama nasıl doldu

Birden bire bu meltem

Ve dalgalandı perdem

Havalandı kağıtlar.

Odamda kıyamet var.

Ah yolculuk yolculuk

Ne kadar baygın soluk

O gün bizde betbeniz

Ve ne titrek kalbimiz.

Ve eşyamız ne küskün.

Yola çıktığımız gün

Bir sıraya dizilmiş

Gözyaşlarını silmiş,

Bakarlar sinsi sinsi

Niçin o anda hepsi

Bir kuş gibi hafifler

Arkandan geleyim der

Niçin o güne kadar

Dilsiz duran ne kadar

Eşya varsa dirilir

Yolumuza serpilir

Ufak böcükler gibi

Gezer onların kalbi

Üstünde döşemenin

Gizli bir didişmenin

Saati çalar o an

Birden bakar ki insan

Her şey karmakarışık.

Ayırmak olmaz artık

Bir kalbi bir taraktan

Ve kalb ağlayaraktan

Çekilir geri geri

Terk eder bu mahşeri.

Bu mahşerin içinden

O gün ben de geçtim ben,

Nem varsa evim, anam,

Çocukluğum, hatıram,

Ve ne sevdalar serde

Bıraktım gerilerde

Kaçar gibi yangından.

Rüzgarların ardından

Baktım da süzgün süzgün

Kurşun yükünü gönlün

Tüy gibi hafiflettim.

Denize hicret ettim.

Necip Fazıl Kısakürek

Ahmet Hamdi Tanpınar

NE İÇİNDEYİM ZAMANIN
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında.

Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

Başım sükutu öğüten
Uçsuz bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.

Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.



	Ahmet Hamdi TANPINAR


Give examples of man versus man conflict in a literary work.

Ahmet Haşim

MERDİVEN

Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,

Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,

Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...


Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,

Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...


Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;

Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,

Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?


Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta,

Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta...


Ahmet HAŞİM

Give examples of man versus man conflict in the real world.